13 Mayıs 2010 Perşembe

12 Mayıs 2010 Çarşamba

EveryDayWork-WorkEveryDay

cn chnnm!



Her gün daha fazla parçamız internetin parçası oluyor ya, geçmişe dair daha fazla şey görebiliyor, geleceği daha beter önyargılarla oluşturabiliyoruz ya.. İnternet gerçek hacmine ulaştığı anda biteceğiz biz.Diğer teknolojileri size pazarlamaları gerken ve kendi çıkarları için tam büyümesine ulaştırmadıkları sınırlı zamanların bitmesini bekleyin yalnızca.

Ben yoruldum unutamamaktan, her dakika yeniden bulmaktan. Siz yorulmuyor musunuz "her" şeyin elinizin altında olmasından? Şu ana kadar hep iyi şeyleri gördünüz diye arama motoru sonuçlarında, sanıyor musunuz ki bundan sonra da böyle olacak? Bir gün gelip istemediklerinizi de bulabildiğiniz o doyma noktasında ulaşıldığında, hepsi canınızı acıtacak.

Ben sıkıldım, "her" şeyi bulabilmekten. Bilmenin, hatırlamanın önemini azalttığı gibi yokluğa değer katıyor yeniden. Sadece yüzyüzeyken gerçeğin gerçek olduğu, gelecek ve geçmişin bir olduğu anlarımı geri istiyorum ben.Tüm zaman kiplerinin birlikte var olabildiği o sonsuz kuyuda yaşamak hiç kolay değil zaten.

Ben bıktım, görüşebilmekten çeşitli teknolojilerle ve "sürekli" ve hiç "durmadan". Nefes nefese olmanın gerekliliğine tecavüz ettiği gibi bir de alıştırıyor yalnızlıklara. İhtiyaç duymamaya alışmanı bekliyor cümle alem, dokunmaya ve sanki "hep" böyleymiş gibi yıllardır, bir burnu büyüklük ki sorma...

Şimdi alıyorum hayalimde bilgisayarımı elime. Tuşları sökmeye başlıyorum yavaş yavaş. Önce rakamlarla başlıyorum. Sra hrflr gliyo yvştn. Tm tknolojlrn, cn chnnm!

SZN12.05.2010

3 Şubat 2010 Çarşamba

Kağıt Rulosu

Koşmaya başladı. Nefes nefese değil. Ölümden kaçarcasına belki... O kadar korkakça değil. Mutsuzluktan kaçarcasına belki… O kadar safça da değil. Ama hayal kırıklığından kaçıyor olabilirdi. Evet. Çok daha önce bir zamanda, babasını öpmek istemişti halıda oynamaktan sıkıldığı bir anda. Reddedilmişti. O, kıvırcık saçlı tombul kız. Odasına doğru kaçmıştı salondan. Şimdi yine o salondan kaçıyordu. Salondaki o gerçek duygudan. Hayal kırıklığı. Saçları hoplayıp zıplarken neşeyle, o odanın derinliklerine doğru gömülmeyi düşünüyordu belki. En azından masası ile duvarın yarattığı küçük boşlukta oturmayı bir süre.
İçindeki ufaklık bunları düşünüyordu annesinin belki de kötü niyetli olmayan fiskesini suratında hissettiğinde. O modern, anlayışlı, her zaman bir arkadaşı gibi olan annesi içindeki gelenekleri serbest bırakmıştı bir anlığına. Kendi de kontrol edememişti galiba. Son katıldığı fotoğraf çekimlerinden bazı kareler gösteriyordu ona. En güzellerini bir araya toplamıştı ona göstermek için. Bir tanesinde ise bir öpücük vardı diğer bir modele verilen. Kızının öpüştüğünü göreceksin sakın şaşırma, demişti annesi fotoğraflara bakarken. Ve işte tam o anda, yüzyıllardır her birimizin içine başka koşullarda yerleştirilmiş o hava, birikmenin basıncına dayanamadı. Her bir kafaya başka biçimlerde sokulmuş o kime ait olduğunu bilmediğimiz fikirler, kendini bir anlığına daha fazla saklayamadı. Yaşlı bir kadın en doğruyu bildiğini sandığı bir anda, hayatının en gerçek hareketini yaptı.
Bunları düşündü bugün bu dünya üzerinde bir kadın. Elinde kitabıyla, üşümesine rağmen çorap giymediği ayaklarını kanepeye uzatmış okurken. Karın neden beyaz olduğunu sorgulamasından hemen sonra. Başka renk olsa ne kadar kötü olurdu… Yağdığı her nesne ile mükemmel bir tezat yakalaması imkânsız olurdu. Tek mükemmel yol beyazmış, işte bu doğru.
Kadınlar miyopturlar. Sezgiye dayalı kavrama melekeleri kendilerine en yakın olanı çok çabuk ve berrak bir şekilde algılarsa da, görüş alanları çok dardır. Bu yüzden kendilerine en yakın olanı görürler. Gerçek yerine bir şeyin görünüşüne teslim olurlar ve en önemli işlere karşı önemsiz olanlarını tercih ederler.
Böyle düşünmüş 72 yıllık hayatının bir yerinde bir düşünür(*). Tek eliyle köstekli saatini mi kurcalıyordu o sırada yoksa bir şehrin sokaklarını mı tavaf ediyordu bilinmez. Ama bugün bu kadın oturuyordu sadece. Önemsiz, sıradan, biraz saçma biraz da zavallı bir biçimde, kendisinden büyük bir pencerenin önünde onun söylediklerini düşünürken. Şu anı ne kadar net hissedebildiğini biliyordu kendinde ve sırf bu nedenden bir biçimde kadın olmanın gururunu hissederdi. Oysa şimdinin içinde böyle boğulmak akıllıca mıydı gerçekten? Miyoptu cidden… Geleceğin nasıl olacağını her Allahın günü kurup, düşünüp, merak edip bu yüzden mi yalnız, ayakları üstünde, güçlü ve orta yaşlı bulmuştu kendini? Eski yüzyıllarda olsa tek farkın zorla veya bir biçimde evlendirilmiş olmak olacağını, oysa yalnızlığın onunla birlikte yaşamaya devam edeceğini düşündü ister istemez. O anı yaşıyorum derken, görünüşe mi teslim oluyordu? Duyduğu tüm birliktelikler de böyle değil miydi? Neredeyse her kadın, birlikteliğinin ilk zamanlarında âşık olduğu adamı ölene kadar arayıp durmuyor muydu mutsuz evliliklerinde? Geçekten önemsizi önemliye tercih mi ediyordu? Tutkuyu uzun vadeli bir güvene… Sadakati heyecana… Yalnızlığı bir aileye mi tercih ediyordu yoksa? Güvenin kötü bir şey olmadığı kesindi ama tutkudan iyi olduğunu kim söylüyordu? Her yeni gün yaşanan heyecanın bazen sadakatsizlikler deneyimlemeye bedel olabileceği… Öte yandan heyecanlı olan sadakatsiz olmak zorunda mı her zaman?
“Dolayısıyla halen var olmayan, geçip gitmiş ya da gelecekte var olacak her şey erkeklerden daha az etkiler onları.” Bir düşünür, tek bir sayfada hem bu kadar doğru hem de bu kadar yanlış olabiliyorsa; neden heyecan ve güven gibi iki zıt kutup da aynı insanda birleşemesin aslında?
Çok yanılıyor diye düşündü bugün bir kadın üşüyen ayaklarını koltuğun minderlerine biraz daha sıkıştırırken. Geleceği bilmiyordu ama geçmişten emindi. Her bir saniyeyi özlerdi o. İnsanlarda herkesin fark etmediği küçücük detayları görür, onları çok sever ve bu minicik detayları özlerdi. Detaylar insanlardı. Elini burnuna götürüp kibirlisin işareti yaparken sevimli bir şekilde göz kırpan bir adam ne olursa olsun kötü olamazdı. Özlenmeye değerdi farklı zamanlarda. Her öğün en azından bir koca tabak salatayı sanki 5 yaşında bir çocuk gibi kocaman bir gülümsemeyle yiyen bir adam unutulamazdı. Hatırlanmaya değerdi her salata büfesinin önünde. Göğsünün ortasına kafasını yaslayıp korkaklığından yapacakları konusunda ilk geceden özür dilemeye çalışan adam da değerdi özlenmeye farklı mekânlarda. Yanılıyordu düşünür. Şu anın inanılmazlığı öylesine açıktı ki bir kadını önünde, bir lanetti adeta bu, bir çeşit ceza. Her yeni gün, uyanan kadının başucunda bir kâğıt rulosuydu. Upuzun bir liste… “Özlenecekler” Şu anda yaşadığı için bu kadar geçmişteydi kadın ve bu kadar geçmişte olduğu içindi gelecekteki başarısızlığı…
szn-02.04.10

30 Aralık 2009 Çarşamba

Söylemeyin!

En az dört şeritlik bir cadde akıyor yanımdan. Biliyorum bu şehirde hiçbir sürücüde şerit mantığı pek oturmuş değil. Birbirlerine çarpmaya özel çaba sarf ediyormuşçasına akıp gidiyorlar sağ tarafımdan bu Pazar.
Ayaklarımı izliyorum onlar her bir büyük karenin üzerinden geçip giderken. Sağ ayağım çizgiye basmıyor. Sol ayağım da basmıyor zorlanmadan. Ama üçüncü adımım mutlaka iki karonun ortasındaki çizgiye denk geliyor. Kaosun düzeni her yerde mi, merak etmiyorum.
Bugün rüzgâr arkamdan esmiyor. Mutluyum, saçlarım geride bıraktıklarımı gözlerken benim yerime. Bazıları boynuma dolanıyor yine de. Rüzgâr esiyor malum ama, nerden, kestiremiyorum her zaman.
Koca bir süzgeç giymişim bugün bilmeden. Deliklerimden sızdırıyorum havayı tenime. Adımlarımla birlikte, bir çizgisine denk geliyor karoların hırkamın kuşağı, bir de tam içine. Hem benimle hem adımlarımla uyum yakalamış kocaman süzgecim bu sabah.
Birbirini sollayan, kornaya basan arabaların sesi kulağıma ulaşıyor. Bir üstünde adımlarımın karolarla buluşması her defasında... Ve sonra rüzgârımın sesi de esiyor kulaklarımdan içeriye… Dünyanın en kötü cümlesiyle birlikte! “Bu zamanda kimseye güvenmeyeceksin” diyor yanımdan geçen o mutsuz, sinir kadın! Bir saniyelik boşlukta duruyorum. Ve tutamıyorum kendimi. “Yeter artık” diyorum. “Söyleye söyleye gerçek yaptınız. Herkes birbirine güvenememek korkusuyla yaşıyor. Virüs gibi saldınız ortalığa bu lafı.” Kadın şaşırıyor şaşırmasına da, geri de kalmıyor. “Ne var, yalan mı?” diyor. Çıldırıyorum. Ama sakin kalmaya çalışıp devam ediyorum. “Yaptığınız haksızlık” diyorum. “Düpedüz haksızlık. Her sabah bugün de kimseye güvenemeyeceğimi bilerek uyanmak zorunda bırakıyorsunuz beni, milyonlarca insanı da. Hepimizi yalnızlaştırıyorsunuz. Sadece kendinizi değil, hepimizi mutsuz ediyorsunuz. Her birimizi birbirimizden kaçmaya mahkûm ediyorsunuz. Mantık, gerçekçilik neresinde bunun? Kendinizi koruduğunuzu mu sanıyorsunuz? Siz kendinizi korurken, kendiniz dışındaki her bir insanı her gün doğuşunda ayrı ayrı yaralıyorsunuz.” Kadın bakıyor gözlerime. Biliyorum duymuyor beni aslında. Dinlemeyecek, söylediklerimi dinlemediği gibi, az sonra söyleyeceklerimi de. Anlatamayacağım kendimi hiçbir biçimde. Nitekim kanıtlıyor gözlerini sözleri. “Asıl bu gerçeği görmezden gelerek acıyor canımız her gün” diyor. Katlanamıyorum artık. Tüm hücrelerimle sarsmak istiyorum bu kadını, anlatabilmek istiyorum derdimi. Üzerine doğru hareketlenirken buluyorum hırkamın kuşağını. Bu defa çılgınca sallanıyor karoların üzerinde, nereye uçtuğunu umursamıyor da. Yakalarına yapışıyor kırmızı saten bluzun ellerim. Donup kalmış kadının satenler içindeki vücudunu çekiyorum kendime, geriye doğru itmeden hemen önce. Baksın istiyorum gözlerime. “Siz yaptınız bütün bunları. Siz getirdiniz bizi bu hale. Gün gün, doz doz siz verdiniz bu zehri zihnimize. İzin verdiniz yayılmasına kalbimize. Bundan böyle söyleyemeyeceksiniz. Bundan böyle biz de duymayacağız. Bitti” diyorum, kadına ait o zehirli vücut kaldırımın köşesine yığılmadan önce. Bir rahatlama geliyor omuzlarıma. Sırtım çözülüyor. Biliyorum, bitti artık bu işkence. Sorunu bu sefer kökten çözdüm. Hayalimde…
Yapmadım. Yapmayacağım da. Bir gün o kadının da kırgınlıklarını atlatacağına olan güvenim sonsuz. Affedince etrafını zehirlemeye de son vereceğine, hasarları gidereceğine inancım sonsuz. Sonsuz değilse bile... Sahilde oturduğum bankın sol ayağının kenarına gizlenmiş dururken bulduğum bir tarafı paslı yirmi beş kuruşa da, yastığında benim olmayan upuzun saçlar bulmama rağmen benden başkasıyla görüşmediğine beni ikna etmeye çalışan adama da güveniyorum ben. Güçsüzlük gibi görünüyor biliyorum diğer gözlere. Evet, güçsüzüm. Açığım. Ne hissediyorsam onunla buradayım. Karşınızda, karşılarında ve ayaktayım. Hepinize inanıyorum. Benim en büyük gücüm bu zaten. Utanın artık, bütün kaçanlar…
SZN31.12.2009

BaZeN

Bazen sen seversin o sevmez. Bazen o sever sen sevemezsin. Bazen sevdiğini zannedersin, bazen sevildiğini. Bazen şartlar elvermez. Bazen zaman yanlıştır. Bazen mekân yanlış, bazen öncelikler farklıdır. Bu sene sen kariyerine bakmaktasındır. Gelecek sene de onun sırasıdır. Bazen korkuyorsundur. Bazen de korkutursun. Bazen onun şimdi yaptıkları, önceden yapılmış olanları çağrıştırır sana. Bazen de sen basarsın onun yaralarına hiç fark etmeden çıplak ayaklarınla. Bazen bol hasarlı bir savaştan yeni çıkmış sığınak arıyorsundur neresi olduğunu önemsemeden. Bazen de benzer bir savaşın intikamları alınıyordur senin üstünden. Bazen ailenden kaçıyorsundur, bazen de kendinden. Bazen sana dayatılan diğer her şeye inat, bu sefer istediğini yapmış olmak için abartıyor, büyütüyorsundur. Bazen elli yıl sonra yalnız uyanmaktan korkuyorsundur. Bazen de bu yılbaşını tek geçirmekten. Bazen aşırı seçicilikle tek kalmak tehdit ediyordur ruhunu. Bazen de seçmekten bıkıp dalmak istiyorsundur balıklama hayata. Bazen sadece kasıklarındaki ateş götürür ona seni. Bazen de yalnızca teninin kokusu çeker seni ona. Hiçbir niyetin yoktur bazen iyi ya da kötü. Bazen de sırf olmayan şeylerden dolayı kaçar gidersin. Bazen olmayan babanı, bazen hep yanında kalsın istediğin anneni yaşatırsın yanlış omuzlarda. Bazen para kazanmak bir ömür boyu ağır gelir, sana baksın istersin de gidersin. Bazen de bütün hayatını bir başkasına bakarak geçirmek istemez ve gidersin. Bazen birinin her şeyi olmak, bazen de hiç kimseyle ilintili olmamak istersin. Bazen sen hata yaparsın. Bazen de o saçmalar. Bazen bile bile lades dersin. Bazen sırf kızdırmayı denersin. Bazen zaten bir başkasına ait birini seversin. Mutsuz ilişkisinden dolayı acırsın bile bazen. Onu iyileştirebileceğini zannedersin. Ve bazen başka yasakları kırarsın hiçbir şeyin sınırı olmadığını bilerek. Bazen ortam ve zaman cezp eder, aslında kimi koyduğunun önemi yoktur çerçeveye. Bazen zamanı gelmiştir artık, geç kalmak olmaz. Bazen de bu saatten sonra yaşanmaz böyle şeyler. Bazen toplum ister. Bazen de gelenekler peşini bırakmaz. Bazen namus meselesidir artık bu iş. Bazen takıntılardır onu sürükleyen. Bazen sırf eski sevgiliye benzediğin için başlar her şey. Bazen de sen benzetirsin onu hep hayalindekine. Bazen sen sığamazsın kalıplara. Bazen de o dolduramaz içini olması beklenen kişinin. Bazen onun geçmişi kovalar sizi, bazen senin. Bazen sırf çocuk sahibi olmak için alet edersin onu oyununa. Bazen de eve gelişindeki sıcak çorba olmaya evet dersin bilmeden. Bazen başka bir kadının bacakları arasında kıvranır ilişkin tek bir gecede. Bazen de bir erkeğin gizli ve hafifçe dokunuşunda senin sandalyeni çekerken. Bazen ilk o olduğu için olur. Bazen de bir başkasının seni seveceğine hiç inanmadığın için. Bazen sana yaklaşan herkesi hayatının aşkı sandığın için. Bazen sırf zeki olduğu için. Başkaları gibi cevaplar vermediği için. Bazen de aslında yanında olsa bile yalnız olacağına yüzde yüz emin olduğun için. Gizliden gizliye yalnız olmak istediğin için. Sırf kandırmak için kendini, çevreni, gerçeğini. Bazen unutmak için bir öncekini. Tıpkı kullandığın gibi onu da, unutmak için ondan öncekini. Bazen taklit etmek için filmleri. Kendi sahneni yaratmak, bu sefer kendi hayallerini kırmak için rolünü oynarken. Bazen de sırf inanmak istediğin için. Bazen merak ettiğin için. Canını yakmak için. Yaşadığını acıdan fark etmek için. Varlığını inkâr edenlere inat, kanıtlamak için. Tutunmamak için. Bırakmamak için. Saklanmaya bahane bulabilmek için. Bazen de ben eskiden tüm bunları yaptım diyebilmek için. Doğru sebeplerle de sevmiyoruz işte. Her şey sadece –mış gibi göstermek için.
SZN31.12.2009

12 Aralık 2009 Cumartesi

Bu Salonun Tavanı Sızdırıyor Bu Gece

Yanımdaki kadının parmakları yetişmeye çalışıyor ritme.Ben duruyorum. Önümdeki adamın dizi hiç durmuyor. Ben duruyorum. Her notada sallanıyor çaprazdaki yaşlı kadın. Ben duruyorum. Sabit. Sol elim sağ elimin üzerine düşmüş dizlerimde. Sağ avcum açık sahnenin ışıklarına bakıyor. Benden farklı görüyor ışıkları kesin çünkü benim ışıklarım bulanık şu an. Etrafım bulanık. Sadece iki el görüyorum son iki saattir bu gözlerden. İki eli duyuyorum bu kulaklardan. İki el tüm vücudumu titretiyor hiç dokunmadan bana. Yanımdaki kadının parmakları yetişemiyor ritme. En az 30 yıl daha çalışmalı yetişebilmek için. Ben yetişmeye çalışmıyorum. Önümdeki adamın dizi yanlış yerlerde sallnıyor ama umrunda da değil. Ben duruyorum, sabit. Çaprazdaki yaşlı kadının sallantısı giderek dini bir ritüeli andırmaya başlıyor. Benim sol elimse hala sağ elimin üzerinde. Kıpırtısız. Titremelerini saymazsak tabi... Sağ avcum hala benden net görüyor sahnenin ışıklarını. Hiç dokunmuyor o adam bana. Ama titriyorum. Çenemden bacaklarıma. Sağ gözümün ucunda bir adam var. Parmakları hiç durmuyor. Sürekli doğru ritmde. Biliyor ne dinlediğini. Duyuyor bildiklerini. Kapatıyorum bulanık görüşümü. Onun parmakları değiyor bana. Benim vücudumda tutuyorlar ritmlerini galiba ama dokunmuyorlar. Değemiyorlar. Mumlar var bu kez sahnede, müzik var, aynı ritm ve başka parmaklar. Yetişemiyor, dokunamıyorlar. Açıyorum bulanık görüşümü yeniden. İki sol ve bir sağ el, devam ediyorlar çalmaya. Sol ellerden biri uzak bana biliyorum ve uzak kalsın diyorum. İyileşiyorum. Diğer çiftse çalıyor hala. İki saat oldu neredeyse ve o iki el hala titretiyor bütün bedenimi. Sarsılıyorum. Bildiğim şeyleri duyuyorum. Duyduklarımı yaşıyorum. Bu salonun tavanı sızdırıyor bu gece. Dışardaki yağmur yanaklarımda şimdi. Geçmişteki titreyişler gözümün ucunda. Şu ankiler vücudumda. Yanımdaki kadının parmakları yetişmeye çalışıyor ritme hala. Önümdeki adamın dizi hala yanlış sıklıkta. Çaprazımdaki yaşlı kadın sallanıyor hala. Ve gözümün ucundaki adam yerlerde artık.
SZN12.12.09