30 Aralık 2009 Çarşamba

Söylemeyin!

En az dört şeritlik bir cadde akıyor yanımdan. Biliyorum bu şehirde hiçbir sürücüde şerit mantığı pek oturmuş değil. Birbirlerine çarpmaya özel çaba sarf ediyormuşçasına akıp gidiyorlar sağ tarafımdan bu Pazar.
Ayaklarımı izliyorum onlar her bir büyük karenin üzerinden geçip giderken. Sağ ayağım çizgiye basmıyor. Sol ayağım da basmıyor zorlanmadan. Ama üçüncü adımım mutlaka iki karonun ortasındaki çizgiye denk geliyor. Kaosun düzeni her yerde mi, merak etmiyorum.
Bugün rüzgâr arkamdan esmiyor. Mutluyum, saçlarım geride bıraktıklarımı gözlerken benim yerime. Bazıları boynuma dolanıyor yine de. Rüzgâr esiyor malum ama, nerden, kestiremiyorum her zaman.
Koca bir süzgeç giymişim bugün bilmeden. Deliklerimden sızdırıyorum havayı tenime. Adımlarımla birlikte, bir çizgisine denk geliyor karoların hırkamın kuşağı, bir de tam içine. Hem benimle hem adımlarımla uyum yakalamış kocaman süzgecim bu sabah.
Birbirini sollayan, kornaya basan arabaların sesi kulağıma ulaşıyor. Bir üstünde adımlarımın karolarla buluşması her defasında... Ve sonra rüzgârımın sesi de esiyor kulaklarımdan içeriye… Dünyanın en kötü cümlesiyle birlikte! “Bu zamanda kimseye güvenmeyeceksin” diyor yanımdan geçen o mutsuz, sinir kadın! Bir saniyelik boşlukta duruyorum. Ve tutamıyorum kendimi. “Yeter artık” diyorum. “Söyleye söyleye gerçek yaptınız. Herkes birbirine güvenememek korkusuyla yaşıyor. Virüs gibi saldınız ortalığa bu lafı.” Kadın şaşırıyor şaşırmasına da, geri de kalmıyor. “Ne var, yalan mı?” diyor. Çıldırıyorum. Ama sakin kalmaya çalışıp devam ediyorum. “Yaptığınız haksızlık” diyorum. “Düpedüz haksızlık. Her sabah bugün de kimseye güvenemeyeceğimi bilerek uyanmak zorunda bırakıyorsunuz beni, milyonlarca insanı da. Hepimizi yalnızlaştırıyorsunuz. Sadece kendinizi değil, hepimizi mutsuz ediyorsunuz. Her birimizi birbirimizden kaçmaya mahkûm ediyorsunuz. Mantık, gerçekçilik neresinde bunun? Kendinizi koruduğunuzu mu sanıyorsunuz? Siz kendinizi korurken, kendiniz dışındaki her bir insanı her gün doğuşunda ayrı ayrı yaralıyorsunuz.” Kadın bakıyor gözlerime. Biliyorum duymuyor beni aslında. Dinlemeyecek, söylediklerimi dinlemediği gibi, az sonra söyleyeceklerimi de. Anlatamayacağım kendimi hiçbir biçimde. Nitekim kanıtlıyor gözlerini sözleri. “Asıl bu gerçeği görmezden gelerek acıyor canımız her gün” diyor. Katlanamıyorum artık. Tüm hücrelerimle sarsmak istiyorum bu kadını, anlatabilmek istiyorum derdimi. Üzerine doğru hareketlenirken buluyorum hırkamın kuşağını. Bu defa çılgınca sallanıyor karoların üzerinde, nereye uçtuğunu umursamıyor da. Yakalarına yapışıyor kırmızı saten bluzun ellerim. Donup kalmış kadının satenler içindeki vücudunu çekiyorum kendime, geriye doğru itmeden hemen önce. Baksın istiyorum gözlerime. “Siz yaptınız bütün bunları. Siz getirdiniz bizi bu hale. Gün gün, doz doz siz verdiniz bu zehri zihnimize. İzin verdiniz yayılmasına kalbimize. Bundan böyle söyleyemeyeceksiniz. Bundan böyle biz de duymayacağız. Bitti” diyorum, kadına ait o zehirli vücut kaldırımın köşesine yığılmadan önce. Bir rahatlama geliyor omuzlarıma. Sırtım çözülüyor. Biliyorum, bitti artık bu işkence. Sorunu bu sefer kökten çözdüm. Hayalimde…
Yapmadım. Yapmayacağım da. Bir gün o kadının da kırgınlıklarını atlatacağına olan güvenim sonsuz. Affedince etrafını zehirlemeye de son vereceğine, hasarları gidereceğine inancım sonsuz. Sonsuz değilse bile... Sahilde oturduğum bankın sol ayağının kenarına gizlenmiş dururken bulduğum bir tarafı paslı yirmi beş kuruşa da, yastığında benim olmayan upuzun saçlar bulmama rağmen benden başkasıyla görüşmediğine beni ikna etmeye çalışan adama da güveniyorum ben. Güçsüzlük gibi görünüyor biliyorum diğer gözlere. Evet, güçsüzüm. Açığım. Ne hissediyorsam onunla buradayım. Karşınızda, karşılarında ve ayaktayım. Hepinize inanıyorum. Benim en büyük gücüm bu zaten. Utanın artık, bütün kaçanlar…
SZN31.12.2009

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder