3 Şubat 2010 Çarşamba

Kağıt Rulosu

Koşmaya başladı. Nefes nefese değil. Ölümden kaçarcasına belki... O kadar korkakça değil. Mutsuzluktan kaçarcasına belki… O kadar safça da değil. Ama hayal kırıklığından kaçıyor olabilirdi. Evet. Çok daha önce bir zamanda, babasını öpmek istemişti halıda oynamaktan sıkıldığı bir anda. Reddedilmişti. O, kıvırcık saçlı tombul kız. Odasına doğru kaçmıştı salondan. Şimdi yine o salondan kaçıyordu. Salondaki o gerçek duygudan. Hayal kırıklığı. Saçları hoplayıp zıplarken neşeyle, o odanın derinliklerine doğru gömülmeyi düşünüyordu belki. En azından masası ile duvarın yarattığı küçük boşlukta oturmayı bir süre.
İçindeki ufaklık bunları düşünüyordu annesinin belki de kötü niyetli olmayan fiskesini suratında hissettiğinde. O modern, anlayışlı, her zaman bir arkadaşı gibi olan annesi içindeki gelenekleri serbest bırakmıştı bir anlığına. Kendi de kontrol edememişti galiba. Son katıldığı fotoğraf çekimlerinden bazı kareler gösteriyordu ona. En güzellerini bir araya toplamıştı ona göstermek için. Bir tanesinde ise bir öpücük vardı diğer bir modele verilen. Kızının öpüştüğünü göreceksin sakın şaşırma, demişti annesi fotoğraflara bakarken. Ve işte tam o anda, yüzyıllardır her birimizin içine başka koşullarda yerleştirilmiş o hava, birikmenin basıncına dayanamadı. Her bir kafaya başka biçimlerde sokulmuş o kime ait olduğunu bilmediğimiz fikirler, kendini bir anlığına daha fazla saklayamadı. Yaşlı bir kadın en doğruyu bildiğini sandığı bir anda, hayatının en gerçek hareketini yaptı.
Bunları düşündü bugün bu dünya üzerinde bir kadın. Elinde kitabıyla, üşümesine rağmen çorap giymediği ayaklarını kanepeye uzatmış okurken. Karın neden beyaz olduğunu sorgulamasından hemen sonra. Başka renk olsa ne kadar kötü olurdu… Yağdığı her nesne ile mükemmel bir tezat yakalaması imkânsız olurdu. Tek mükemmel yol beyazmış, işte bu doğru.
Kadınlar miyopturlar. Sezgiye dayalı kavrama melekeleri kendilerine en yakın olanı çok çabuk ve berrak bir şekilde algılarsa da, görüş alanları çok dardır. Bu yüzden kendilerine en yakın olanı görürler. Gerçek yerine bir şeyin görünüşüne teslim olurlar ve en önemli işlere karşı önemsiz olanlarını tercih ederler.
Böyle düşünmüş 72 yıllık hayatının bir yerinde bir düşünür(*). Tek eliyle köstekli saatini mi kurcalıyordu o sırada yoksa bir şehrin sokaklarını mı tavaf ediyordu bilinmez. Ama bugün bu kadın oturuyordu sadece. Önemsiz, sıradan, biraz saçma biraz da zavallı bir biçimde, kendisinden büyük bir pencerenin önünde onun söylediklerini düşünürken. Şu anı ne kadar net hissedebildiğini biliyordu kendinde ve sırf bu nedenden bir biçimde kadın olmanın gururunu hissederdi. Oysa şimdinin içinde böyle boğulmak akıllıca mıydı gerçekten? Miyoptu cidden… Geleceğin nasıl olacağını her Allahın günü kurup, düşünüp, merak edip bu yüzden mi yalnız, ayakları üstünde, güçlü ve orta yaşlı bulmuştu kendini? Eski yüzyıllarda olsa tek farkın zorla veya bir biçimde evlendirilmiş olmak olacağını, oysa yalnızlığın onunla birlikte yaşamaya devam edeceğini düşündü ister istemez. O anı yaşıyorum derken, görünüşe mi teslim oluyordu? Duyduğu tüm birliktelikler de böyle değil miydi? Neredeyse her kadın, birlikteliğinin ilk zamanlarında âşık olduğu adamı ölene kadar arayıp durmuyor muydu mutsuz evliliklerinde? Geçekten önemsizi önemliye tercih mi ediyordu? Tutkuyu uzun vadeli bir güvene… Sadakati heyecana… Yalnızlığı bir aileye mi tercih ediyordu yoksa? Güvenin kötü bir şey olmadığı kesindi ama tutkudan iyi olduğunu kim söylüyordu? Her yeni gün yaşanan heyecanın bazen sadakatsizlikler deneyimlemeye bedel olabileceği… Öte yandan heyecanlı olan sadakatsiz olmak zorunda mı her zaman?
“Dolayısıyla halen var olmayan, geçip gitmiş ya da gelecekte var olacak her şey erkeklerden daha az etkiler onları.” Bir düşünür, tek bir sayfada hem bu kadar doğru hem de bu kadar yanlış olabiliyorsa; neden heyecan ve güven gibi iki zıt kutup da aynı insanda birleşemesin aslında?
Çok yanılıyor diye düşündü bugün bir kadın üşüyen ayaklarını koltuğun minderlerine biraz daha sıkıştırırken. Geleceği bilmiyordu ama geçmişten emindi. Her bir saniyeyi özlerdi o. İnsanlarda herkesin fark etmediği küçücük detayları görür, onları çok sever ve bu minicik detayları özlerdi. Detaylar insanlardı. Elini burnuna götürüp kibirlisin işareti yaparken sevimli bir şekilde göz kırpan bir adam ne olursa olsun kötü olamazdı. Özlenmeye değerdi farklı zamanlarda. Her öğün en azından bir koca tabak salatayı sanki 5 yaşında bir çocuk gibi kocaman bir gülümsemeyle yiyen bir adam unutulamazdı. Hatırlanmaya değerdi her salata büfesinin önünde. Göğsünün ortasına kafasını yaslayıp korkaklığından yapacakları konusunda ilk geceden özür dilemeye çalışan adam da değerdi özlenmeye farklı mekânlarda. Yanılıyordu düşünür. Şu anın inanılmazlığı öylesine açıktı ki bir kadını önünde, bir lanetti adeta bu, bir çeşit ceza. Her yeni gün, uyanan kadının başucunda bir kâğıt rulosuydu. Upuzun bir liste… “Özlenecekler” Şu anda yaşadığı için bu kadar geçmişteydi kadın ve bu kadar geçmişte olduğu içindi gelecekteki başarısızlığı…
szn-02.04.10

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder